platon'un theaitetos'unda filozofun portresi

Yazan Unknown Tarih 3 Ekim 2012 Çarşamba 0 yorum

Sevgili dostum, filozofun halk arasından birini alıp yük­seklere çıkardığını ve bu insanın "Ben sana ne haksızlık yaptım? Sen bana ne haksızlık yaptın?"sorularından vaz­geçip bizzat adalet ve adaletsizliğin ne olduklarını, özleri­nin neden ibaret olduğunu, geri kalan şeyler gibi birbirle­rinden de neyle ayrıldıklarını araştırmaya giriştiğini varsa­yalım. Bu adamın aynı şekilde "Pers kralı hazineleriyle mutlu mudur?" veya "Altınları olan bir insan mutlu mu­dur?" sorularını sormaktan vazgeçip genel olarak krallı­ğın, insanın mutluluk veya mutsuzluğunun ne olduğunu, onların karşılıklı özlerini, insanların onlardan birini nasıl el­de edecekleri, diğerinden nasıl kaçınacaklarını ele aldığını var sayalım. Bu felsefi sorulara cevap vermek zorunda kal­dığında bu sefer bizim dar kafalı, kavga çıkarmaya merak­lı adamımızın kendisi zor durumda kalacaktır. Bu kadar yüksek bir yerde bulunduğundan ötürü başı dönecektir. Bulutların arasından bakmaya alışık olmadığı için rahatsız­lık duyacak, ne diyeceğini bilemeyecek ve kekeleyecektir. Böylece sadece Trakya'lı hizmetçi kızları, diğer bilgisiz in­sanları değil çünkü bunlar onun durumunu anlayamaya­caktır, kölelerin eğitimine aykırı bir eğitim almış olan her­kesi kendine güldürecektir.

Theodoros, sözünü ettiğimiz iki insandan her birinin durumu budur. Senin doğru olarak filozof dediğin özgür­lük ve rahatlık içinde yetişmiş olanın talihine kölelere öz­gü işler yapmak düşerse, saf ve işe yaramaz görünmesin­den, örneğin bir seyahat bohçasını bağlamasını, tatlı ye­mekler hazırlamasını veya hoş sözler söylemesini bileme­mesinden ötürü onu kınamamalıyız. Diğeri bütün bunları ustaca ve çabucak yapabilir. Ancak o, ne özgür bir adam gibi soylu bir tarzda paltosunu sağ omuzuna atmasını, ne konuşma sırası kendisine geldiğinde Tanrılarla mutlu in­sanlara yakışan şekilde sözlerini ahenkli kılmasını bilir.



YORUM
a) Metnin durumu
Bu metin, Platon'un Sokrates'i matematikçi Theodoros ve öğrencisi Theaitetos'la karşı karşıya getirdiği
The aitetos diyalogundan alınmıştır. Sokrates, Theaitetos tarafından sergilenen Protagoras'ın göreciliğini reddetmiştir. Bu göreciliğe göre insan "her şeyin ölçüsü" olduğundan bilim öznel duyumla aynı şeydir. Nasıl ki uyanık bir adam için sahip olduğu duyum doğruysa, rüya gören biri için de rüyasında gördüğü görüntü doğrudur. Ama bilge veya deli, her insan kendi doğrusunun ölçütüyse, o zaman artık doğru veya yanlış yoktur. Doğrunun tekliği karşıt görüşlerin çokluğuna ayrıştığında doğrunun değeri ortadan kalkar. Eğer Protagoras'ın dediği gibi bütün görüşler doğruysa Protagoras kendi görüşünün yanlış olduğunu söyleyen karşıtlarının bu görüşünün de doğru olduğunu itiraf etmek zorundadır.
Yukarıdaki metni yani filozofun portresini işte böyle bir tartışmanın ortasına yerleştirmiş bulunuyoruz. Burada, Platon'un çok sevdiği konu dışına çıkmalardan biri söz konusudur. Öte yandan felsefe yetisinin doğasının kendisi bu konu dışına çıkmayı gerektirmektedir. Çünkü filozof, zamanı bol olan bir insandır. O bu tür konudan ayrılmaları, sağa sola sapmaları kendine yasaklamaz. Doğru peşinde koşma Akademi'nin bahçelerinde bir gezintiye dönüşür. Öte yandan aslında ancak görünüşte bir konu dışına çıkma söz konusudur. Gerçekte ise filozofun portresi, en derin amacında, Protagoras ve Theaitetos'un görecililiğinin eleştirisiyle ilişkilidir.

b) Bu pasajın genel fikri
Bu pasajın genel fikri, iki insan, sıradan insanla filozof arasındaki kökten karşıtlıktır. Filozof genel olarak günlük hayatta gülünç ve zor durumlarda kalan bir insandır. Bunun nedeni onun düşüncesinin duyusal şeyleri hor görüp İdealar arasında dolaşmasına karşılık "sadece vücudunun site içinde bulunması"dır. Yıldızları gözlemlerken bir kuyuya düşen ve Trakya'lı bir hizmetçi kızı kendisine güldüren Thales böyle biridir. Göğü seyreden, ayakları dibinde olup biten şeylere dikkat etmez.

Buna karşılık sıradan insan çoğunlukla maddi hayata kusursuz uyum sağlar. O, insanları ve şeyleri kul-lanmasını, yani her durumda kişisel çıkarının bakış açısını benimsemeyi, bencil kudret iradesini etkili bir biçimde kabul ettirmeyi bilir. O, maddi çıkarını her şeyin ölçüsü yapan bir "gerçekçi"dir. Ancak bu gerçekçi, genel kavramları anlama, somut tikel deneyimlerin üzeri¬ne yükselme, özleri bilme, çıkar gözetmeyen evrensel doğrunun düzeyine çıkma gücünden yoksundur. Bu pasajı Gorgias'taki Kallikles'in parlak bir siyasal kariye¬ri düşleyeceği yerde zamanını kendisine yararı olma¬yan boş tartışmalarla geçiren ve önüne çıkan ilk aşağı¬lık biri tarafından suçlandığında kendisini savunmayı bilmeyen, çarşıya yabancı, filozof örneği olarak Sokrates'le alay ettiği pasajla (486 a-d) birleştirebiliriz.

Burada Devlet'in VII. Kitab'ındaki ünlü mağara efsanesini de hatırlayabiliriz. Mağaranın dibindeki duvara yansıyan hareketli gölgelerin gerçek olduklarını düşünen mağara mahkumları, araçsız deneye ve somut görüntülere mahkum olan sıradan insanları sembolleştirmektedir. Onlardan biri zincirlerinden kurtarılıp gerçek nesnelerin parlak dünyasına bu dünya ise İdeaları temsil etmektedir götürülürse onun karanlığa alışmış olan gözleri artık hiçbir şeyi ayırt edemez bu da sıradan insanın felsefeye olan kabiliyetsizliğini temsil etmektedir. Buna karşılık sonunda filozof olmuş, yani İdeaları tanıma imkanına erişmiş olan bu adam tekrar mağaraya, sıradan deneyimin karanlığına götürüldüğünde, gözlerinin oyulmuş olduğunu düşünen arkadaşları arasında yolunu bulamayarak sendeleyecektir.

O, Baudelaire'in geminin üstüne düşmüş albatros kuşudur: "Dev kanatları yürümesine engel olur."

c) Ayrıntılı açıklama
"Filozofun halk arasından birini alıp yükseklere çıkardığını... varsayalım..."
Felsefenin öğrenilmesi, mağaranın dibinden İdeaların yüksek bölgelerine doğru bir yükseliş olarak sunulmaktadır. Felsefeyle tanışma, içinde yaşadığımız dünyadan kopuşu, İdealar dünyasına dönüşü gerektirir. İdealar dünyasına yükselmek için bu dünyadan kaçmak gerekir. Çoktan bire, değişenden ezeliebedi olana, görünüşlerden doğruya yükselen bu yukarı yönde diyalektiğin (sunagogue) aşamaları, görünüşlere tabi olan inanç (pistis), matematiksel düşüncenin özelliğini meydana getiren çıkarsamacı bilgi veya akıl yürütme
(di anoıa) ve nihayet özlerin kendilerini kavrayan sezgisel bilgidir (noesis).

"...bizzat adalet ve adaletsizliğin ne olduklarını..."

Adalet ve adaletsizliğin kendileri, aslında adalet ve adaletsizliğin "özleri"dir. Sıradan bir insana "Adil bir insan nedir?" diye soralım. Şöyle cevap verecektir: "Adil bir insan benden borç aldığı parayı geri verendir." Veya o "Mutlu bir insan nedir?" sorusuna "Mutlu bir insan, çok altını olan bir insandır" diye cevap verecektir. Özetle, filozof-olmayan, sorulara tikel örneklerle cevap verir. Sokratik yöntem ise tikel örnekleri aşmaktan ve genel tanım düzeyine yükselmekten ibarettir. Sokrates, Menon'a "Erdemli bir insan nedir?" diye sorar. Menon ona birliklerine kumanda etmeyi bilen general örneğini zikrederek cevap verir. Ancak Sokrates, uslu bir kölenin veya çocuğun erdeminin kumanda etmek olmadığını söyleyerek buna itiraz eder: Erdemin tanımını vermek demek, erdemlerin örneklerini çoğaltmak, "bir sürü erdem" saymak demek değildir, bütün örneklere uyan genel bir tanım vermektir. Sokrates'in sevdiği tanımlar, Platon'un sözünü ettiği "İdealar"ın veya "özler"in habercisidirler.

"...genel olarak insanın mutluluk veya mutsuzluğunun ne olduğunu, onların karşılıklı özlerini, insanların onlardan birini nasıl elde edecekleri, diğerinden nasıl kaçınacaklarını ele aldığını..."
Metafizik bir araştırma olan özün araştırılması -ki bu, görünüşleri ötesinde şeylerin derin doğasını bilmek isteyen bir araştırmadır- etik bir araştırmayla ilişkilidir. İnsana uygun olan şeyin ne olduğunu, doğru idealin, hakikatin veya gerçek mutluluğun ne olduğunu bilmek gerekir (Çünkü bütün Yunan filozofları gibi Platon da mutlulukçu bir ahlak görüşünü savunur, iyiyi mutluluğa özdeş kılar). Burada görünüşlerin, anın, özel durum-ların üzerine yükselmeyi bilmek gerekir. Mutlak doğru İdeayı görmezlikten gelen ve ancak her bir insanın an-sal çıkarıyla ilgili görüşleri kabul eden sofistlerin göreciliğine bir ahlaktanımama (Thrasymakhos'un Devlet' teki, Kallikles'in Gorgias'taki ahlaktanımaması) karşılık olur. Sofistler mutluluğu hazza özdeş kılar, günü-müzde ahlak değerlerinin psikolojiye indirgenmesi diyeceğimiz şeyi yaparlar. Kallikles'e göre güçlü insan için adalet, onun gücünün arzu ettiği şeydir. Aslında zayıflar da çıkar peşinde koşarlar. Onlar güçlülerin tecavüzlerine karşı zayıflıklarını koruyan ve büyük çoğunluk tarafından bu amaçla konulan yasaları adalet diye adlandırırlar. Herkes adaleti, iyi ün, nişan ve ödül sağlayan kurnaz bir davranışa özdeş kılar. Ancak burada da saf Idealarla duyusal görünüşleri birbirinden ayırt etmeyi bilemeyen filozof-olmayanlar söz konusudur. Platon'a göre saf adalet, bir başka planda yer alan değer diye adlandıracağımız şeydir. Daha sonra La Rochefoucauld gibi adaleti duyusal çıkara geri götüren sofistlerin psikolojik indirgemelerinin yerine Platon
fenomenologların kavramsal bir indirgeme diyecekleri şeyi koyar. Bu ikincide adaleti kendi özüne, kendisini tanımlayan saf kavrama indirgemek söz konusudur. Örneğin Devlet' te Gyges efsanesi bir çeşit kavramsal indirgeme aracıdır. Gyges, dış davranışı bakımından kusursuz bir çobandır. Ancak bu, parmağına geçireceği ve bir şekilde döndürünce kendisini görünmez kılan bir sihirli yüzüğü eline geçirinceye kadardır. Bu yüzüğü eline geçirince bir sürü suç işler. Gyges'in görünmez olma gücünü elde eder etmez çöken adaleti, o halde, sadece bir görünüştür. Gerçekten adil olan kişiyi yöneten ise korku ya da çıkar değil, saf adalet İdeasıdır. Böyle bir insan görünmez olunca davranışını değiştirmez. Platon böylece davranışımızın değerinin empirik çıkarımızla ölçülemeyeceğini söylemek istemektedir. Bunun tersine, yargı ve davranışlarımızın değerini ölçen şey, mutlak doğru olan İdeanın doğruluğudur. Yasalar kitabında diyeceği gibi, "Her şeyin ölçüsü insan değil, Tanrı'dır".

"...Böylece sadece Trakya'lı hizmetçi kızları, diğer cahil insanları değil (Çünkü bunlar onun durumunu anlayamayacaktır)..."

Duyusal görünüşlerin, yani kötünün kölesi olan insan, kendi köleliğini bilmez; onu bilmesi için ondan kurtulması gerekir. Böylece Platon ve Sokrates'e göre "Hiç kimse isteyerek kötülük yapmaz". Kötü insan, bilgisiz insandır. O, yanlışın kölesidir. Platon'un kötüye ilişkin felsefesi bir kabahat veya günah felsefesi değil-dir. Onda kötülük, yanlışa indirgenir. Ancak, bundan dolayı kötü daha az korkunç değildir. Bu yanlış, bu kendini bilmeyen bilgisizlik, sürüp gitme eğilimindedir (Yanlış yapan, yanlışında ısrar eder). Nasıl günah diye bir şey yoksa, meziyet veya fedakarlık diye bir şey de yoktur. Sokrates, adalet uğruna ölmekten mutludur. Baldıran zehrini içerken ağlayanlar (duyusal şeylerden hala kurtulamamış olan) dostlarıdır. Sokrates'in kendi-si, bu karanlık dünyayı terk etmekten ötürü sevinçlidir.

"kölelerin eğitimine aykırı bir eğitim almış olan herkesi kendine güldürecektir. "

Burada platoncu felsefede eğitimin öneminin altı çizilebilir (Bu felsefede esas olan duyusal dünyanın üzerine yükselmeyi öğrenmektir). Bunun yanında filozofun ilginç bir şekilde özgür insana, hatta daha sonra soylu insana, filozof olmayanın ise köleye özdeş kılınmasına işaret etmek uygun olacaktır. Marksist düşünürlere göre platoncu ikicilik (bir yanda duyusal dünya, diğer yanda İdealar dünyası) antik sitenin iki ana sınıfının, köleler ve özgür insanların meydana getirdikleri sınıfların, bilinçsiz olarak farklı bir plana aktarılmasından başka bir şey değildir. Platon'un kendisi bir soyluydu. Filozof, küçümsediği köle kendisini maddi kaygılardan kurtardığı için saf İdealar dünyası üzerine düşünebilmektedir. İdealist filozof, dünyayla kendisi arasına köleyi koyduğu için maddi dünyayı tanımama imkanına sahiptir. Platoncu idealizmin bu anlamda gerçeği gizleyici bir yanı vardır. Ancak platoncu felsefe böyle bir yana da indirgenemez. Filozof ve filozof-olmayanın özgür insan ve köleye özdeş kılınması özellikle bir sembol değerine sahiptir. Ve platonculuk sadece bir çağın veya toplum biçiminin ifadesi değildir. O tüm zamanlar için değerini korumaktadır.

d) Sonuç
Bu metnin bizim için iki önemi vardır.
1. Tarihi önemi: Metin bizi bir anda Platon'un düşüncesinin göbeğine, duyusal dünya ile İdealar dünyası arasındaki temel ayrıma götürmektedir. Filozof, her şeyden önce, İdealar arasında yaşamak için duyusal dünyanın aldatıcı parlaklıklarını terk eden biridir. Felsefe bundan dolayı hayretle başlar. Filozof bu dünyada bir yabancılık duygusu duyar (Yığının gözünde onu beceriksiz ve çoğu kez gülünç kılan budur). Bu yabancılık duygusu İdeaları hatırlamanın diğer yüzünden başka bir şey değildir (Ruhu beden hapishanesine düşmeden önce filozof saf İdealar arasında yaşamış olduğunu bulanık bir şekilde hatırlamaktadır).

2. Genel önemi: Platon'un özel öğretisi ne olursa olsun bu metin felsefenin ne olduğunu kavratma konu-sundaki önemini her zaman korumaktadır.

-Filozof bu dünyayı sorgular. Bundan dolayı iyi bir uyum göstermediği günlük hayatta başarısız görünür. Valery, "Bir şeye tümüyle bağlananlar sadece ahmaklar ve istiridyelerdir" demekteydi. Herkesin gözünde bir çözüm olan, filozof için yeniden bir problem olur. Filozof bir bakıma yığının kesin doğrularını problemler haline getiren kişidir.

-Felsefi düşünce, evrensel ve çıkar gütmeyen bir doğru peşinde koşar. Bu özelliğiyle de o, kişisel çıkarın doğal kölece tutumundan ve maddi ihtiyaçlara hizmet eden tekniğin bakış açısından ayrılır. Filozof saf doğruyu arar. Bundan dolayı felsefi düşünce bir özgürlüğe kavuşma olarak görünür. Eskilerin felsefi incelemeyi en mükemmel özgür sanat olarak görmelerinin nedeni budur.

-Felsefe sadece genel doğrular ortaya atmaya yönelmez (Felsefede adaletin ve mutluluğun özünün ne olduğunu sormak üzere "Bana karşı haksızlık mı yapıldı?" veya "Parası olan adam mutlu mudur?" türünden soruları sormaktan vazgeçeriz), aynı zamanda o göreli düşüncelerin yerine mutlağa erişme hedefini geçirmeye çalışır. Doğruyu ve adil olanı benim özel yargılarım karara bağlamaz, tersine yargılarım beni yargılar. Onlar, az veya çok, kural ödevi gören mutlak fikirlere göre bir değer ifade ederler.

0 yorum:

Yorum Gönder