Sofist kelimesinin öteden beri, biri geniş öteki dar bir anlamı vardır. Bu kelimenin geniş anlamıyla: İlkçağda, sofist denilince, genellikle şair vc filozof kişiler anlaşılır. Dar anlamı ise: Belli bir filozoflar topluluğuna, yani M.Ö. 500'de yaşamış olan filozoflar topluluğuna verilen isimdir. Bundan başka "sofist" kelimesi, özellikle Eflâtun'un etkisiyle özel bir anlam kazanmıştır. Bu kötü anlamın haklılığı savunulamaz çünkü bu ismi taşıyanlar, felsefe tarihi bakımından hiç de önemsiz kişiler değildir.
Bundan önce tanıttığımız filozoflar, özde, doğayı araştıran bilginlerdi. Sofistler ise birer bilgin, birer araştırmacı olmayıp, her şeyden önce birer öğretmendirler. Sofistlere, özellikle İran savaşından sonra, İranlıların yenilip Atina'nın siyasal ve kültürel alanda büyük bir gelişme gösterdiği dönemde rastlıyoruz. Bu dönemde Atina'da ve ona uyan öteki Yunan kentlerinde köklü (radikal) bir demokrasi iktidara gelmişti. Bu demokrat idare şimdiye kadarkilerden çok daha fazla insanın devlet yönetimine katılmasını sağlamıştır, İşte bir yandan kültürel gelişim, öte yarıdan demokrasi yönetiminin özellikleri o dönem Yunanistan'da eğitim yönünden geniş ölçüde bir gereksinimi ortaya çıkarmıştır. Bu gereksinim, o zamana kadar özel olan ve daha çok kölelerce yönetilen eğitimin daha bir genelleşip genişlemesine neden olmuştur. Yeni siyasal ve sosyal koşullar, özellikle, siyasal eğitimi sağlayan genel bir öğretim gereksinimi doğurmuştur. Nerede böyle bir gereksinim doğarsa, orada bu gereksinimi karşılayacak birtakım kimselerin ortaya çıkması doğaldır, İşte Sofistler de böyle bir gereksinimin ortaya çıkardığı öğreticilerdir. Bunun içindir ki Sofistler, öncelikle öğretmendirler. Bunlar Yunanistan'ın çeşitli kentlerinde dolaşırlar, uğradıkları yerlerde para karşılığında ders verirler. Ders vermeyi bir meslek haline getirmek, hele derslerin para karşılığı verilmesi, o zamana kadar Yunanistan'ın tanımadığı bir olaydı. Özellikle tutucu çevreler için para karşılığında ders vermek pek çirkin bir davranış sayılıyordu. Bır dönemi Antik dönemden ayının en büyük farklardan biri, Antik dönemin işe az önem vermiş olmasıdır. Eski Yunan'da beden gücü iic çalışmak aşağılanan bir davranış sayılıyordu. Beden işlerinde ancak köleler çalıştırılır. Aynı şekilde, mesleğiyle geçinen zanaatkârlann da toplumda saygınlığı yoktu. İşte Sofistlerin ders vermeyi bir meslek yapmaları ve derslerin para karşılığı verilmesi, o dönemdeki Yunanistan'da hiç mi hiç hoş karşılanmamıştır.
Sofistlere karşı olanların başında yer alan Platon, "Protagoras" adlı diyalogunda Sofistlerin ne biçim insanlar olduğunu ve bunların çalışma biçimlerini çok canlı olarak tasvir etmiştir. Protagoras Sofistlerin en eskilerinden ve en büyüklerindendir. Diyalog şöyle başlar: Platon'un hemen tüm diyaloglarında birinci
konuşmacı olan Sokrat'ı bir gün sabah erkenden bir delikanlı yatağından uyandırır ve kendisine ünlü Pro- tagoras'ın geldiğini coşkuyla anlatır. Delikanlı Protagoras'tan mutlaka ders almak istediğini dile getirir. Sokrat delikanlıya isteğinin erişilmez bir şey olmadığım, yeterli parası varsa isteğinin kolayca yerine gelebileceğini söyler. Sonra kalkıp birlikte Protagoras'ın konakladığı eve giderler. Burada Protagoras'tan başka bir kaç Sofist daha vardır. Eflâtun, Sokrat ile delikanlının eve girdikleri zaman gördüklerini çok canlı bir biçimde anlatır. Protagoras büyük bir salonda bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, arkasında öğrencileri kendisini saygıyla izlemektedir. Aynı salonun bir köşesinde öteki bir Sofist, Hippias gökyüzünü göstererek astronomi dersi vermektedir. Salona, bitişik odadan birtakım sesler gelmektedir. Bu odada da bir başka Sofist, Prodikos yattığı yerden'ders veriyor, Salona giren Sokrat ile delikanlı Protagoras'a yaklaşırlar ve kendisine delikanlının isteği iletilerek ders verip veremeyeceği, verebilecekse bunun hangi konuyla ilgili olacağı sorulur, Protagoras delikanlıya: Benden ders alırken günden güne daha erdemli olduğunu göreceksin, ben sana yararlı olacak şeyler, işine yardımcı olacak şeyler öğreteceğim der. Bununla da astronomi öğreten Hippias'a taş atmış olur. Delikanlı dersin konusunu sorunca, Protagoras bunun her şeyden önce bir vatandaşa siyaset alanında gerekli olan şeyler konusunda olacağını, kendisine her vatandaşın bu konuda bilmesi gereken şeyleri öğreteceğini söyler.
O zamanki Atina'da her vatandaşın bilmesi gereken şeylerin başında hitabet geliyordu. Sofistlerin eğitim uygulamalarının ağırlık merkezini hitabet oluşturuyordn. Bu da belli nedenlere dayanıyordu: O zamanki Atina'da hilabet sanatım bilmek kişiye çok büyük saygınlık kazandırıyordu. Çünkü devlet ile ilgili önemli kararların alındığı "Halk Meclisi "nde hitabet çok etkili oluyordu. Ayrıca hitabet yargılama için çok gerekliydi, çünkü davacı ile davalının yargı önünde söyledikleri nutuklar, yargıçların kararları üzerinde etkili oluyordu. Tüm bunlar söylenen sözlerin güçlü olmasını gerekli kılıyordu. Ancak bu hitabet sanatının bazı sakıncalı yanları da yok değildi. Sofistlerin yaptığı gibi, istemli bir biçimde öğretilen konuşma sanatı, yalnızca karşısındakini inandırmayı temci alır. İşte So-fistlerin karşıtları onları özellikle bu yönden eleştir mekte ve sorgulamakta haklıdırlar. Sofistlerin kötü ünlerinin başlıca nedenlerinden biri de bu hitabet anlayışlarıdır.
Sofistlerin öteki bir özelliği ise, özellikle iman konusuyla uğranmalarıdır. Onlar bu konuyu ele aldıkları zaman, kuşkusuz, bazı şeyleri biliyorlardı. Kendilerinden öncekilere yabana olmayan Sofistler, insan ile ilgilendikleri için} tarih konusuna da yabancı değildiler. Bu konuda da kendilerinden önceki felsefe okullarından hiçbirine katılmadılar, onlar arasında yalnızca karşılaştırmalar yapmakla yetindiler. Ru karşılaştırmalar sonunda şu sonuca vardılar: Şimdiye kadar ki felsefe, evren konusunda tutarlı bir anlayış elde edememiştir. Söz gelişi Heraklit ile Elcaiılar arasında bir zıtlık vardır. Heraklit her şeyi oluş durumunda görür vc bu oluş içinde sabit olan, kalıcı bir şeyin var olduğunu reddeder. Elea'lılar ise, tam tersine, oluşu redde-der. Gerçek varlığın başlangıcı vc sonu olmayan bir süreklilik, bir kalış olduğunu ileri sürerler. Unsurlar konusunda da filozoflar bir uzlaşmaya varabilmiş değildir. Birisi ana unsurun su, birisi hava, bir başkası ise ateş olduğunu savunur. En sonunda bir filozof bunlara toprağı da katarak dört unsurun da ilke olduğunu öne sürmüştür. Anaksagoras ile Demokrit ara sında da bir anlaşmazlık söz konusudur: Anaksagoras'a göre evrenin başlangıcında, belli bir plâna göre yaratan bir ruh vardır. Demokrit ise doğada ancak makina işleyişi cinsindcn (mihaniki) bir zorunluluk olduğunu savunur. Sofistlere göre: "Ne kadar filozof varsa, evrenin yapısı hakkında o kadar görüş vardır." Bu yüzdendir ki, bu filozoflar gerçeği öğretemezler. Her filozof kendi düşüncelerinin doğru, başkalarının- kilerin yanlış olduğunu savunur. Burada şu soru cine çıkar: "Acaba gerçek diye birşey var mıdır? Tüm görüşlerden berbiri ötekiyle çeliştiğine göre, geriye gerçek diye bir şey kalır mı?" Kanıtlanabilir bir gerçek karşısında duyulan kuşku ile hitabette karşıdakini inandırmayı amaçlayan kuşku arasında bir uyum vardır. Felsefe tarihinde, bilgi teorisi açısından, ilk şüpheciler Sofislerdir. Sofistler, tümel bir gerçeğin varlığından ilk şüphelenenlerdir. Sofistler teorik alanda şüpheci, uygulama alanında öğretmen ve hitabet öğreticileridir. Ayrıca onlar özellikle insan konusu ile ilgilenirler, doğa konuları, bunların ilgi alanının dışında kalır.
Protagoras (M.Ö. 480 - 410)
Sofistlerle ilgili aktardığımız bu bilgiler, özellikle, Sofistlerin ilklerinden ve de en ünlülerinden olan Protagoras için uygun dıişer. Protagoras Atina'nın büyük devler adamı Perikles'in çevresinde olanlardandır. O da, Anaksagoras gibi, Tanrıları reddetmekle suçlanmıştır. Gerçekte o, Tanrıların varlığını reddetmemiş, ancak düşüncesindeki genel şüpheci karakterden dolayı, "Tanrılar var mt> yok tnu, bilemeyiz" demiştir. Bundan dolayı tutuklanmış, ancak yargı uygulanmadan önce kaçmış ve Sicilya'ya giderken yolda boğulmuştur. Geleneğe göre Protagoras'ın, "Gerçek” adında bir kitabı varmış, bu kitabın başında çok ünlü şu kural bulunuyormuş: ''İnsan her şeyin ölçüsüdür. Bu kuralın anlamı: Protagoras için tümel geçerli bir gerçek yoktur. Olsa olsa her insanın kendisine has inançları, görüşleri vardır. Kendiliğinden olan bir gerçekten söz edilemez, bir insanın, kendine göre gerçek saydığı şeyler olabilir. Eflâtun un aktardığına göre, Protagoras bu varsayımını duyumlarımızın bizi yanıltmasına dayandırıyormuş. O, duyum ve algıların öznel (sübjektif) vc göreli (relatif) olduklarına ilk kez değinen düşünürdür:* Biri sıcak, öteki soğuk, iiçün- cüsü dc ılık su ile dolu üç kap olsun. Önce bir elimi sıcak, öteki elimi de soğuk suya sokayım, sonra da her iki elimi birlikte ılık suya koyayım. Sonuçta aynı ılık su, bir elime daha soğuk öteki elime olduğundan daha sıcak gelecektir. Acaba haklı olan elim hangisidir? Acaba haklılık konusunda iki elimin kavgaya tartışmalarının bir anlamı var mıdır? Şüphesiz bir anlamı yoktur, olmamalıdır. Çünkü bu ılık su, yalnızca ele geldiği gibidir. İşte sıcak ve soğuk için söz konusu olan bu durum, her şey için de böyledir. Sonra duyumlara bağlı algılarımızdaki bu durum, tüm bilgilerimiz için de geçerlidir.
Yunan felsefesinin ilk dönemindeki filozoflar gerçeğe ulaşmak için uğraşıyorlardı. Heraklit, Elealılar, Pisagorcuların tümü; tümel olarak geçerli olan kendiliğinden bir gerçeğin var olduğuna ve bu gerçeğin insan tarafından bilinebileceğine inanıyorlardı. Fakat ilk kez Sofistler gerçeğe ulaşma çabasından caymış ve yalnızca gerekli ve yararlı bilgiler edinmeyi kendilerine amaç edinmişlerdir. Sofistleri öncülü de, insan ve insanın evreni ilgilendirir. Onların gerçek amaçları bu evrene yararlı olmaktır. Bu nedenle onlar kendilerinden önceki filozofların amaç bildikleri gerçeğe yabancı kalmışlardır.
Bu gerçek kavramını ilk kez Protagoras eleştirmiştir. Ona göre kendiliğinden gerçek diye bir şey söz konusu olamaz, ancak insan için yararlı olan bazı bilgiler vardır. Protagoras bu görüşünü jöyle temellendirir: Bilgilerimizi bize duyumlarımız sağlar. Duyumlarımızın oluşturduğu bu bilgiler, evreni birine bir biçimde bir başkasına bir başka biçimde gösterirler. Aynı bir ısı bir insana sıcak öteki bir insana soğuk gele bilir. Acaba bunlar üzerinde tartışmanın bir anlamı var mıdır- Yoktur, çünkü evren, herkese kendi du-yumlarının gösterdiği biçimde vardır. Bunun içindir ki bana böyle görünen bir şey, bir başkasına başka türlü görünür. O halde herhangi bir şey konusunda birbirinin tam karşıtı olan iki görüj öne sürmek olasılığı her zaman vardır. Bu karşıt görüşlerin hangisinin doğru olduğunu kanıtlamak olanaksızdır. Bu karşıt görüşlerin hangisinin doğru olduğunu göstermek için, olsa olsa bir tek yol vardır. Bu da, bu görüşlerin birinin daha doğru olduğunu karşımızdakine telkin vc inandırma (ikna) yolu ile benimsetmektir, Sonuç olarak doğru ve yanlış düşünce yoktur, ancak insanın düşüncesini karşısındaki ne beceriklilik göstererek benimsetmesi vardır. Önemli olan, insanın kendi görüşünü savunma biçimidir. Bunun için tek araç vardır, hitabet. Bunun içindir ki Sofısder düşüncenin dış görünümü ile yani dil ile ilgilenmişlerdir. Onların dil konusundaki araştırmaları bize kalan başarılı çalışma lanndan biridir. Nitekim Sofistler dilbilgisi (gramer) bilimini ilk ortaya koyanlardır. Söz gelişi cümlenin analizini yapmak, bazı dilbilgisi kurallarının konulması Sofistlere aittir, Buna karşı tüm metafizik konularda, söz gelişi yer ile gökyüzünün ilişkisi, evrenin niteliği vb, konularda, Sofistler şüpheci bir görüşü simgelerler. Protagoras'ın Tanrılar konusundaki düşüncesini anımsayalım: "Ona göre Tanniartn tarhğim ka-nıtlamak ipin elimizde bir arap yoktur, bunun ipin Tanrılar var olabilir de, olmayabilir de."
Gorgias (M.Ö. 483 - 376 ?)
Şüphecilikte çok ileri giden Sofist filozoflardan biri de Gorgias'tır. Gorgias Antik dönemin ünlü hatip- lerindendir ve tanınmış biçim sanatkârıdır, Eflâtun onun adını taşıyan bir diyalogunda bize Gorgiası her türlü felsefenin karşıtı olarak sunar. Anlatıya göre Gorgias1 ın "Doğa Konusunda ya da Var Olmayan Konusunda" gibi acayip isimli bir yapıtı varmış. Bu yapıtta üç kökten görüş ileri sürülmüş: "Bir şey yoktur, olsa bile bunu bilemezdik, bilsek bile başkasına aktaramazdık." Görüldüğü gibi, bilimin olanaklarım yok etmek için Gorgias'tan daha ileri gidilemez. Gorgias birinci tezinde, "hiçbir şey yoktur " diyerek Elealılara yandaş oluyor. Bu tezini ise şöyle savunuyor: Eğer bir şey gerçekten var olsaydı; bu şey ya sınırsız, oluşmamış, başlangıçsız ve sonu olmayan bir şey olacaktı; ya da sınırlı, oluşmuş bir şey olacaktı. Şayet ikinci şıkkı benimsersek, yani var olanı bir çokluk, sınırlı ve oluşmuş olan bir şey olarak anlarsak, bu durumda varlık sürekli kendisinden başka bir şey olacaktır. Bu da bizi Elealıların gösterdikleri içinden çıkılmaz güçlüklere götürür. Çünkü bu şekilde, bir şeyin hem var hem de yok olduğunu benimsemek gerekir. Fakat birinci şıkkı; yani var olanın uyumlu, sınırsız, var olmamış bir şey olduğunu doğru bulursak, bu durumda böyle bir varlığın tüm uzay ve zamanı durdurması gerekecektir. Uzay ve zamanı dolduran bir şey, aynı uzay ve zaman gibi, bölünebilen bir şey olurdu. Artık uyumlu olmaktan çıkar, parçalardan oluşmuş olurdu. Sonuç olarak konuyu hangi açıdan düşünürsek düşünelim, her zaman bazı çelişkilere düşmek zorunda kalırız. Gorgias'ın bu şiarı savunma şekli, kendisinin sağlıklı bilimsel araştırma ile pek ilgisi olmadığını gösteriyor. Onun yaptığı, daha çok, kavramlar ile oynamadır. “Bilim mümkün müdür, değil midir?' konusu sağlıklı olarak araştırılacağına, konu yalnızca bir oyun durumuna sokuluyor. İkinci şıkka geçelim: Bir şey var olsa da, bunu bilemezdik. Çünkü biz evreni iki araç ile, yani ya algılarımızla ya da aklımız ile biliriz. Duyumlarımıza dayanan algılarımız bizi tümel bir gerçeğe götüremez, duyumlar herkese evreni bir başka türlü gösterir. Bunu zaten Protagoras da göstermiştir. Akim işlevi olan düşün¬meye gelince: Her çeşit şeyi düşünmek olasıdır. Ben hiç var olmayan bir insanı düşünebildiğim gibi su üzerinde yürüyen bir arabayı da düşünebilirim. Düşünme, aranılan şeyi bulmak açısından yüksek bir yetenektir. Düşünme, bize tasarlanan şeyin doğru olup olmadığını anlamak için, kesin bir bilgi veremez. O halde algılanınız olsun, düşünmemiz olsun bizi gerçekten benimsenen bir gerçekliğe ulaştıramaz. Üçüncü şık: Şayet bu şeyi bilseydik, bu durumda bunu başkalarına bildiremezdik. Çünkü bildirme kelimeler ile olur. Fakat bir kelimenin benim anladığım anlamını, başkalarının da anladığını nereden bilebilirim? Kelimelere yüklediğim anlamı ancak ben bilirim. Başkalarının kelimelere yüklediği anlamı ben nasıl bilebilirim? Gorgias burada çok önemli bir konuya, "nasıl oluyor da bir bilgi bir insandan ötekine akta-rılabiliyor?" konusuna değiniyor. Bu üzerinde gerçekten önemle düşünülmesi gereken bir konudur. Gorgias bu konuya kesin bir cevap bulmaya çalışmak yerine, yalnızca konunun güçlüğüne değiniyor, çözümünün olanaksızlığını söyleyerek konuyu geçiştiriyor.
Gorgias'ın yapıtı Sofist düşüncenin tipik bir örneğidir. Burada konunun titiz bir çözümü için girişimler yerine, yalnızca zekânın zengin görünümlerini sergilemek için olanak ve nedenler bulmak istendiğine tanık oluruz. Bu türden yapıtların titiz düşünen kişilerce eleştirilmesi doğaldır. Nitekim Yunan kentlerinin tutucu çevrelerinde Sofistlerin felsefelerine karşı bir karşı çıkışın başladığını görüyoruz. Bu tutucu çevreler genellikle zaten felsefeye karşıdır. Sofistlerin ortaya çıkışı, bu karşı çıkışı güçlendirmiştir.
Tüm bunlara karşın Sofistlerin kültür tarihi açısından önemleri büyüktür. Bunların külrür tarihine yaptıkları en büyük katkı, insanı ve insan toplumlarmı incelemiş olmalarıdır. Sofistlerin yaşadığı döneme, yani M.Ö, V. yüzyıla, Yunan Aydınlanma Çağı denir. Nitekim XVII-XVIII. yüzyılda özellikle Batı Avrupa'da karşılaştığımız bir düşünce akımına da "Aydınlanma" denildiğini biliyoruz. Batı Avrupa'daki bu aydınlanma akımının karakteristik yanı, bu akımın geleneklere karşı açtığı savaştır. Bu akım dinsel, ahlaksal, siyasal, sosyal tüm törelerin insanın eseri olduklarını kanıtlamaya çalışmıştır. İşte Sofıstlerin de amacı budur. Onlar da rüm törelerin insan eseri olduğuna inanırlar. Bu konuda Sofistler bir farklılığı vurgulamaya özel önem vermişlerdir: Toplumsal kurumlarda insanın yaptığı ile doğanın yaptıkları hangileridir'* Söz gelişi, ahlâk ve hukuk yasalarımızın kurallarının hangi yanı insanın, hangi yanı doğanın eseridir? Bu vc benzeri konularda hangi düşünceler doğal, hangileri insanın yaratmasıdır? Bu tür ayırımlardan sonra insan tarafından yapılan bir şeyin, yine insan tarafından değiştirilebilmesi kabul edilir. Bu yönleri ile Sofistler yenilikçidir, Özellikle bu tarafları ile Sofistler, o zamanki Yunan aydınları üzerinde çok etkili olmuştur. Bu etkileme özellikle sanat üzerinde çok belirgindir.
Bundan önce tanıttığımız filozoflar, özde, doğayı araştıran bilginlerdi. Sofistler ise birer bilgin, birer araştırmacı olmayıp, her şeyden önce birer öğretmendirler. Sofistlere, özellikle İran savaşından sonra, İranlıların yenilip Atina'nın siyasal ve kültürel alanda büyük bir gelişme gösterdiği dönemde rastlıyoruz. Bu dönemde Atina'da ve ona uyan öteki Yunan kentlerinde köklü (radikal) bir demokrasi iktidara gelmişti. Bu demokrat idare şimdiye kadarkilerden çok daha fazla insanın devlet yönetimine katılmasını sağlamıştır, İşte bir yandan kültürel gelişim, öte yarıdan demokrasi yönetiminin özellikleri o dönem Yunanistan'da eğitim yönünden geniş ölçüde bir gereksinimi ortaya çıkarmıştır. Bu gereksinim, o zamana kadar özel olan ve daha çok kölelerce yönetilen eğitimin daha bir genelleşip genişlemesine neden olmuştur. Yeni siyasal ve sosyal koşullar, özellikle, siyasal eğitimi sağlayan genel bir öğretim gereksinimi doğurmuştur. Nerede böyle bir gereksinim doğarsa, orada bu gereksinimi karşılayacak birtakım kimselerin ortaya çıkması doğaldır, İşte Sofistler de böyle bir gereksinimin ortaya çıkardığı öğreticilerdir. Bunun içindir ki Sofistler, öncelikle öğretmendirler. Bunlar Yunanistan'ın çeşitli kentlerinde dolaşırlar, uğradıkları yerlerde para karşılığında ders verirler. Ders vermeyi bir meslek haline getirmek, hele derslerin para karşılığı verilmesi, o zamana kadar Yunanistan'ın tanımadığı bir olaydı. Özellikle tutucu çevreler için para karşılığında ders vermek pek çirkin bir davranış sayılıyordu. Bır dönemi Antik dönemden ayının en büyük farklardan biri, Antik dönemin işe az önem vermiş olmasıdır. Eski Yunan'da beden gücü iic çalışmak aşağılanan bir davranış sayılıyordu. Beden işlerinde ancak köleler çalıştırılır. Aynı şekilde, mesleğiyle geçinen zanaatkârlann da toplumda saygınlığı yoktu. İşte Sofistlerin ders vermeyi bir meslek yapmaları ve derslerin para karşılığı verilmesi, o dönemdeki Yunanistan'da hiç mi hiç hoş karşılanmamıştır.
Sofistlere karşı olanların başında yer alan Platon, "Protagoras" adlı diyalogunda Sofistlerin ne biçim insanlar olduğunu ve bunların çalışma biçimlerini çok canlı olarak tasvir etmiştir. Protagoras Sofistlerin en eskilerinden ve en büyüklerindendir. Diyalog şöyle başlar: Platon'un hemen tüm diyaloglarında birinci
konuşmacı olan Sokrat'ı bir gün sabah erkenden bir delikanlı yatağından uyandırır ve kendisine ünlü Pro- tagoras'ın geldiğini coşkuyla anlatır. Delikanlı Protagoras'tan mutlaka ders almak istediğini dile getirir. Sokrat delikanlıya isteğinin erişilmez bir şey olmadığım, yeterli parası varsa isteğinin kolayca yerine gelebileceğini söyler. Sonra kalkıp birlikte Protagoras'ın konakladığı eve giderler. Burada Protagoras'tan başka bir kaç Sofist daha vardır. Eflâtun, Sokrat ile delikanlının eve girdikleri zaman gördüklerini çok canlı bir biçimde anlatır. Protagoras büyük bir salonda bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, arkasında öğrencileri kendisini saygıyla izlemektedir. Aynı salonun bir köşesinde öteki bir Sofist, Hippias gökyüzünü göstererek astronomi dersi vermektedir. Salona, bitişik odadan birtakım sesler gelmektedir. Bu odada da bir başka Sofist, Prodikos yattığı yerden'ders veriyor, Salona giren Sokrat ile delikanlı Protagoras'a yaklaşırlar ve kendisine delikanlının isteği iletilerek ders verip veremeyeceği, verebilecekse bunun hangi konuyla ilgili olacağı sorulur, Protagoras delikanlıya: Benden ders alırken günden güne daha erdemli olduğunu göreceksin, ben sana yararlı olacak şeyler, işine yardımcı olacak şeyler öğreteceğim der. Bununla da astronomi öğreten Hippias'a taş atmış olur. Delikanlı dersin konusunu sorunca, Protagoras bunun her şeyden önce bir vatandaşa siyaset alanında gerekli olan şeyler konusunda olacağını, kendisine her vatandaşın bu konuda bilmesi gereken şeyleri öğreteceğini söyler.
O zamanki Atina'da her vatandaşın bilmesi gereken şeylerin başında hitabet geliyordu. Sofistlerin eğitim uygulamalarının ağırlık merkezini hitabet oluşturuyordn. Bu da belli nedenlere dayanıyordu: O zamanki Atina'da hilabet sanatım bilmek kişiye çok büyük saygınlık kazandırıyordu. Çünkü devlet ile ilgili önemli kararların alındığı "Halk Meclisi "nde hitabet çok etkili oluyordu. Ayrıca hitabet yargılama için çok gerekliydi, çünkü davacı ile davalının yargı önünde söyledikleri nutuklar, yargıçların kararları üzerinde etkili oluyordu. Tüm bunlar söylenen sözlerin güçlü olmasını gerekli kılıyordu. Ancak bu hitabet sanatının bazı sakıncalı yanları da yok değildi. Sofistlerin yaptığı gibi, istemli bir biçimde öğretilen konuşma sanatı, yalnızca karşısındakini inandırmayı temci alır. İşte So-fistlerin karşıtları onları özellikle bu yönden eleştir mekte ve sorgulamakta haklıdırlar. Sofistlerin kötü ünlerinin başlıca nedenlerinden biri de bu hitabet anlayışlarıdır.
Sofistlerin öteki bir özelliği ise, özellikle iman konusuyla uğranmalarıdır. Onlar bu konuyu ele aldıkları zaman, kuşkusuz, bazı şeyleri biliyorlardı. Kendilerinden öncekilere yabana olmayan Sofistler, insan ile ilgilendikleri için} tarih konusuna da yabancı değildiler. Bu konuda da kendilerinden önceki felsefe okullarından hiçbirine katılmadılar, onlar arasında yalnızca karşılaştırmalar yapmakla yetindiler. Ru karşılaştırmalar sonunda şu sonuca vardılar: Şimdiye kadar ki felsefe, evren konusunda tutarlı bir anlayış elde edememiştir. Söz gelişi Heraklit ile Elcaiılar arasında bir zıtlık vardır. Heraklit her şeyi oluş durumunda görür vc bu oluş içinde sabit olan, kalıcı bir şeyin var olduğunu reddeder. Elea'lılar ise, tam tersine, oluşu redde-der. Gerçek varlığın başlangıcı vc sonu olmayan bir süreklilik, bir kalış olduğunu ileri sürerler. Unsurlar konusunda da filozoflar bir uzlaşmaya varabilmiş değildir. Birisi ana unsurun su, birisi hava, bir başkası ise ateş olduğunu savunur. En sonunda bir filozof bunlara toprağı da katarak dört unsurun da ilke olduğunu öne sürmüştür. Anaksagoras ile Demokrit ara sında da bir anlaşmazlık söz konusudur: Anaksagoras'a göre evrenin başlangıcında, belli bir plâna göre yaratan bir ruh vardır. Demokrit ise doğada ancak makina işleyişi cinsindcn (mihaniki) bir zorunluluk olduğunu savunur. Sofistlere göre: "Ne kadar filozof varsa, evrenin yapısı hakkında o kadar görüş vardır." Bu yüzdendir ki, bu filozoflar gerçeği öğretemezler. Her filozof kendi düşüncelerinin doğru, başkalarının- kilerin yanlış olduğunu savunur. Burada şu soru cine çıkar: "Acaba gerçek diye birşey var mıdır? Tüm görüşlerden berbiri ötekiyle çeliştiğine göre, geriye gerçek diye bir şey kalır mı?" Kanıtlanabilir bir gerçek karşısında duyulan kuşku ile hitabette karşıdakini inandırmayı amaçlayan kuşku arasında bir uyum vardır. Felsefe tarihinde, bilgi teorisi açısından, ilk şüpheciler Sofislerdir. Sofistler, tümel bir gerçeğin varlığından ilk şüphelenenlerdir. Sofistler teorik alanda şüpheci, uygulama alanında öğretmen ve hitabet öğreticileridir. Ayrıca onlar özellikle insan konusu ile ilgilenirler, doğa konuları, bunların ilgi alanının dışında kalır.
Protagoras (M.Ö. 480 - 410)
Sofistlerle ilgili aktardığımız bu bilgiler, özellikle, Sofistlerin ilklerinden ve de en ünlülerinden olan Protagoras için uygun dıişer. Protagoras Atina'nın büyük devler adamı Perikles'in çevresinde olanlardandır. O da, Anaksagoras gibi, Tanrıları reddetmekle suçlanmıştır. Gerçekte o, Tanrıların varlığını reddetmemiş, ancak düşüncesindeki genel şüpheci karakterden dolayı, "Tanrılar var mt> yok tnu, bilemeyiz" demiştir. Bundan dolayı tutuklanmış, ancak yargı uygulanmadan önce kaçmış ve Sicilya'ya giderken yolda boğulmuştur. Geleneğe göre Protagoras'ın, "Gerçek” adında bir kitabı varmış, bu kitabın başında çok ünlü şu kural bulunuyormuş: ''İnsan her şeyin ölçüsüdür. Bu kuralın anlamı: Protagoras için tümel geçerli bir gerçek yoktur. Olsa olsa her insanın kendisine has inançları, görüşleri vardır. Kendiliğinden olan bir gerçekten söz edilemez, bir insanın, kendine göre gerçek saydığı şeyler olabilir. Eflâtun un aktardığına göre, Protagoras bu varsayımını duyumlarımızın bizi yanıltmasına dayandırıyormuş. O, duyum ve algıların öznel (sübjektif) vc göreli (relatif) olduklarına ilk kez değinen düşünürdür:* Biri sıcak, öteki soğuk, iiçün- cüsü dc ılık su ile dolu üç kap olsun. Önce bir elimi sıcak, öteki elimi de soğuk suya sokayım, sonra da her iki elimi birlikte ılık suya koyayım. Sonuçta aynı ılık su, bir elime daha soğuk öteki elime olduğundan daha sıcak gelecektir. Acaba haklı olan elim hangisidir? Acaba haklılık konusunda iki elimin kavgaya tartışmalarının bir anlamı var mıdır? Şüphesiz bir anlamı yoktur, olmamalıdır. Çünkü bu ılık su, yalnızca ele geldiği gibidir. İşte sıcak ve soğuk için söz konusu olan bu durum, her şey için de böyledir. Sonra duyumlara bağlı algılarımızdaki bu durum, tüm bilgilerimiz için de geçerlidir.
Yunan felsefesinin ilk dönemindeki filozoflar gerçeğe ulaşmak için uğraşıyorlardı. Heraklit, Elealılar, Pisagorcuların tümü; tümel olarak geçerli olan kendiliğinden bir gerçeğin var olduğuna ve bu gerçeğin insan tarafından bilinebileceğine inanıyorlardı. Fakat ilk kez Sofistler gerçeğe ulaşma çabasından caymış ve yalnızca gerekli ve yararlı bilgiler edinmeyi kendilerine amaç edinmişlerdir. Sofistleri öncülü de, insan ve insanın evreni ilgilendirir. Onların gerçek amaçları bu evrene yararlı olmaktır. Bu nedenle onlar kendilerinden önceki filozofların amaç bildikleri gerçeğe yabancı kalmışlardır.
Bu gerçek kavramını ilk kez Protagoras eleştirmiştir. Ona göre kendiliğinden gerçek diye bir şey söz konusu olamaz, ancak insan için yararlı olan bazı bilgiler vardır. Protagoras bu görüşünü jöyle temellendirir: Bilgilerimizi bize duyumlarımız sağlar. Duyumlarımızın oluşturduğu bu bilgiler, evreni birine bir biçimde bir başkasına bir başka biçimde gösterirler. Aynı bir ısı bir insana sıcak öteki bir insana soğuk gele bilir. Acaba bunlar üzerinde tartışmanın bir anlamı var mıdır- Yoktur, çünkü evren, herkese kendi du-yumlarının gösterdiği biçimde vardır. Bunun içindir ki bana böyle görünen bir şey, bir başkasına başka türlü görünür. O halde herhangi bir şey konusunda birbirinin tam karşıtı olan iki görüj öne sürmek olasılığı her zaman vardır. Bu karşıt görüşlerin hangisinin doğru olduğunu kanıtlamak olanaksızdır. Bu karşıt görüşlerin hangisinin doğru olduğunu göstermek için, olsa olsa bir tek yol vardır. Bu da, bu görüşlerin birinin daha doğru olduğunu karşımızdakine telkin vc inandırma (ikna) yolu ile benimsetmektir, Sonuç olarak doğru ve yanlış düşünce yoktur, ancak insanın düşüncesini karşısındaki ne beceriklilik göstererek benimsetmesi vardır. Önemli olan, insanın kendi görüşünü savunma biçimidir. Bunun için tek araç vardır, hitabet. Bunun içindir ki Sofısder düşüncenin dış görünümü ile yani dil ile ilgilenmişlerdir. Onların dil konusundaki araştırmaları bize kalan başarılı çalışma lanndan biridir. Nitekim Sofistler dilbilgisi (gramer) bilimini ilk ortaya koyanlardır. Söz gelişi cümlenin analizini yapmak, bazı dilbilgisi kurallarının konulması Sofistlere aittir, Buna karşı tüm metafizik konularda, söz gelişi yer ile gökyüzünün ilişkisi, evrenin niteliği vb, konularda, Sofistler şüpheci bir görüşü simgelerler. Protagoras'ın Tanrılar konusundaki düşüncesini anımsayalım: "Ona göre Tanniartn tarhğim ka-nıtlamak ipin elimizde bir arap yoktur, bunun ipin Tanrılar var olabilir de, olmayabilir de."
Gorgias (M.Ö. 483 - 376 ?)
Şüphecilikte çok ileri giden Sofist filozoflardan biri de Gorgias'tır. Gorgias Antik dönemin ünlü hatip- lerindendir ve tanınmış biçim sanatkârıdır, Eflâtun onun adını taşıyan bir diyalogunda bize Gorgiası her türlü felsefenin karşıtı olarak sunar. Anlatıya göre Gorgias1 ın "Doğa Konusunda ya da Var Olmayan Konusunda" gibi acayip isimli bir yapıtı varmış. Bu yapıtta üç kökten görüş ileri sürülmüş: "Bir şey yoktur, olsa bile bunu bilemezdik, bilsek bile başkasına aktaramazdık." Görüldüğü gibi, bilimin olanaklarım yok etmek için Gorgias'tan daha ileri gidilemez. Gorgias birinci tezinde, "hiçbir şey yoktur " diyerek Elealılara yandaş oluyor. Bu tezini ise şöyle savunuyor: Eğer bir şey gerçekten var olsaydı; bu şey ya sınırsız, oluşmamış, başlangıçsız ve sonu olmayan bir şey olacaktı; ya da sınırlı, oluşmuş bir şey olacaktı. Şayet ikinci şıkkı benimsersek, yani var olanı bir çokluk, sınırlı ve oluşmuş olan bir şey olarak anlarsak, bu durumda varlık sürekli kendisinden başka bir şey olacaktır. Bu da bizi Elealıların gösterdikleri içinden çıkılmaz güçlüklere götürür. Çünkü bu şekilde, bir şeyin hem var hem de yok olduğunu benimsemek gerekir. Fakat birinci şıkkı; yani var olanın uyumlu, sınırsız, var olmamış bir şey olduğunu doğru bulursak, bu durumda böyle bir varlığın tüm uzay ve zamanı durdurması gerekecektir. Uzay ve zamanı dolduran bir şey, aynı uzay ve zaman gibi, bölünebilen bir şey olurdu. Artık uyumlu olmaktan çıkar, parçalardan oluşmuş olurdu. Sonuç olarak konuyu hangi açıdan düşünürsek düşünelim, her zaman bazı çelişkilere düşmek zorunda kalırız. Gorgias'ın bu şiarı savunma şekli, kendisinin sağlıklı bilimsel araştırma ile pek ilgisi olmadığını gösteriyor. Onun yaptığı, daha çok, kavramlar ile oynamadır. “Bilim mümkün müdür, değil midir?' konusu sağlıklı olarak araştırılacağına, konu yalnızca bir oyun durumuna sokuluyor. İkinci şıkka geçelim: Bir şey var olsa da, bunu bilemezdik. Çünkü biz evreni iki araç ile, yani ya algılarımızla ya da aklımız ile biliriz. Duyumlarımıza dayanan algılarımız bizi tümel bir gerçeğe götüremez, duyumlar herkese evreni bir başka türlü gösterir. Bunu zaten Protagoras da göstermiştir. Akim işlevi olan düşün¬meye gelince: Her çeşit şeyi düşünmek olasıdır. Ben hiç var olmayan bir insanı düşünebildiğim gibi su üzerinde yürüyen bir arabayı da düşünebilirim. Düşünme, aranılan şeyi bulmak açısından yüksek bir yetenektir. Düşünme, bize tasarlanan şeyin doğru olup olmadığını anlamak için, kesin bir bilgi veremez. O halde algılanınız olsun, düşünmemiz olsun bizi gerçekten benimsenen bir gerçekliğe ulaştıramaz. Üçüncü şık: Şayet bu şeyi bilseydik, bu durumda bunu başkalarına bildiremezdik. Çünkü bildirme kelimeler ile olur. Fakat bir kelimenin benim anladığım anlamını, başkalarının da anladığını nereden bilebilirim? Kelimelere yüklediğim anlamı ancak ben bilirim. Başkalarının kelimelere yüklediği anlamı ben nasıl bilebilirim? Gorgias burada çok önemli bir konuya, "nasıl oluyor da bir bilgi bir insandan ötekine akta-rılabiliyor?" konusuna değiniyor. Bu üzerinde gerçekten önemle düşünülmesi gereken bir konudur. Gorgias bu konuya kesin bir cevap bulmaya çalışmak yerine, yalnızca konunun güçlüğüne değiniyor, çözümünün olanaksızlığını söyleyerek konuyu geçiştiriyor.
Gorgias'ın yapıtı Sofist düşüncenin tipik bir örneğidir. Burada konunun titiz bir çözümü için girişimler yerine, yalnızca zekânın zengin görünümlerini sergilemek için olanak ve nedenler bulmak istendiğine tanık oluruz. Bu türden yapıtların titiz düşünen kişilerce eleştirilmesi doğaldır. Nitekim Yunan kentlerinin tutucu çevrelerinde Sofistlerin felsefelerine karşı bir karşı çıkışın başladığını görüyoruz. Bu tutucu çevreler genellikle zaten felsefeye karşıdır. Sofistlerin ortaya çıkışı, bu karşı çıkışı güçlendirmiştir.
Tüm bunlara karşın Sofistlerin kültür tarihi açısından önemleri büyüktür. Bunların külrür tarihine yaptıkları en büyük katkı, insanı ve insan toplumlarmı incelemiş olmalarıdır. Sofistlerin yaşadığı döneme, yani M.Ö, V. yüzyıla, Yunan Aydınlanma Çağı denir. Nitekim XVII-XVIII. yüzyılda özellikle Batı Avrupa'da karşılaştığımız bir düşünce akımına da "Aydınlanma" denildiğini biliyoruz. Batı Avrupa'daki bu aydınlanma akımının karakteristik yanı, bu akımın geleneklere karşı açtığı savaştır. Bu akım dinsel, ahlaksal, siyasal, sosyal tüm törelerin insanın eseri olduklarını kanıtlamaya çalışmıştır. İşte Sofıstlerin de amacı budur. Onlar da rüm törelerin insan eseri olduğuna inanırlar. Bu konuda Sofistler bir farklılığı vurgulamaya özel önem vermişlerdir: Toplumsal kurumlarda insanın yaptığı ile doğanın yaptıkları hangileridir'* Söz gelişi, ahlâk ve hukuk yasalarımızın kurallarının hangi yanı insanın, hangi yanı doğanın eseridir? Bu vc benzeri konularda hangi düşünceler doğal, hangileri insanın yaratmasıdır? Bu tür ayırımlardan sonra insan tarafından yapılan bir şeyin, yine insan tarafından değiştirilebilmesi kabul edilir. Bu yönleri ile Sofistler yenilikçidir, Özellikle bu tarafları ile Sofistler, o zamanki Yunan aydınları üzerinde çok etkili olmuştur. Bu etkileme özellikle sanat üzerinde çok belirgindir.
Yazar Hakkında:
Beni bu blogun dışında Facebook'da, ve Twitter'da bulabilirsiniz. İki servisi de pek sevmem ama onlarsızda yapamam..
Etiketler:
felsefe,
Gorgias,
ilk çağ felsefesi,
Protagoras,
sofistler
0 yorum:
Yorum Gönder