felsefe nedir?

Yazan Unknown Tarih 28 Temmuz 2012 Cumartesi 0 yorum

Toulouse'da öğretmenliğinin ilk yılının ilk dersinde Jules Lachelier, "Felsefe Nedir?" diye sormakta ve genç öğrencilerinin şaşkın bakışları arasında bu soruya "Bilmiyorum" diye cevap vermekteydi. Tüm Toulouse şehrine, Paris'ten kendilerine gönderilen ve daha öğrencilerine okutmakla görevli olduğu disiplinin ne olduğunu bilmeyen bu genç ve par­lak filozofla alay etmek kalmıştı.


Felsefe, diğerleri gibi bir bilgi değildir
Ancak Jules Lachelier'in bu sözü çok anlamlıydı: O, felsefenin bir bilgi konusu olmadı­ğına işaret etmekteydi. Bütün diğer disiplinlerde öğreneceğiniz bir şey vardır: Matematik­te tutarlı bir teoremler dizisi, fizikte, doğa bilimlerinde, tarihte, akılsal bir biçimde size açıklanmaya çalışılan bir olaylar veya olgular bütünü vardır. Ama felsefede buna benzer bir şey yoktur. Şüphesiz sizden, büyük filozofların fikirlerinden ve kuramlarından bazıla­rını aklınızda tutmanız istenir. Ama bu kuramlardan herhangi birini paylaşmak veya onaylamak zorunda değilsinizdir. Zaten yetkili zihinler tarafından oybirliği ile kabul edil­miş hiçbir felsefe sistemi yoktur. Örneğin, Aziz Thomas ve Karl Marx'ın her ikisi de büyük filozoftur, ama onların "sistemler"i birbirinden tamamen farklı, hatta birbirine karşıttır.
Eğer felsefeden, kesin ve güvenilir, sadece uzanıp almanızın yeterli olacağı bir bilgiler bütününü bekliyorsanız, hayal kırıklığınız tam olacaktır.

Felsefi sistemler birbirinin zıddıdır
Size bir bilgi vermediğine göre acaba felsefe size bir yaşama sanatı, bir ahlak mı öne­rir? Ancak, insana davranış kuralları teklif eden sistemler, dünyayı açıkladıklarını ileri sü­ren sistemler kadar çeşitlidir. Felsefede bir teorem veya fizik bir yasa ile aynı düzlemde "doğrular" yoktur. Tarih boyunca sistemler birbirini izler. Her filozof kendisinden önce ge­len filozofları çürütmeye çalışır ve daha sonra kendi payına o da çürütülecektir. George Gusdorf, "her felsefenin gizli dileğinin o olmasına karşın hiçbir felsefenin felsefeyi orta­dan kaldıramadığına işaret etmektedir. Böylece biraz her sanatçı -ressam, müzisyen veya şair- gibi, her filozofun dünyayı kendine özgü bir görme ve ifade etme tarzı, Almanların dediği gibi, kendi "dünya görüşü" (Weltanschauung) vardır. Peki bundan, Paul Valery ile birlikte, felsefi bir sistemin "bir re minör süit'ten ne daha fazla, ne daha az ciddi bir şey ol­madığı" sonucuna mı varmalıyız?
Aslında filozofların tartışmaları ve görüş ayrılıkları, sadece tembelleri şüpheciliğe sü­rükleyecek cinstendir. Başkaları onlarda tersine bu problemler üzerine eğilme, onlar üze­rinde düşünme yönünde acil bir çağrıyı göreceklerdir. Felsefi kuramlar, her şeyden önce içerikleri, ortaya koydukları sonuçlar bakımından değil, sağlam bir şekilde yönlendiril­meye çalışılan bir düşünce örneğini sunmaları bakımından değerlidir. Kant'ın belirtmiş olduğu gibi, "Öğrenilmesi mümkün olan bir felsefe yoktur; ancak felsefe yapmanın ken­disi öğrenilebilir".

Felsefe kelimesinin etimolojisi
Dikkat edersek, felsefe sözcüğünün etimolojisi bu yorumu desteklemektedir. Felsefe, Yunanca sophia'yı, yani biraz fazla çabuk bir tarzda "bilgelik" diye çevirdiğimiz şeyi sev­mektir. Sophia, sadece bir yaşama sanatı, makul bir şekilde davranışta bulunmak, her türlü ölçüsüzlükten kaçınmak, felaketleri metin bir şekilde karşılamaktan ibaret olan bir ah­lak değildir: aynı zamanda bir bilgi, hatta eski Yunanlılar için temel bir bilgi, Aristoteles'in dediği gibi, "ilk ilkeler ve ilk nedenlerin bilimi"dir. Sophia sözcüğünün bu ikinci anlamını unutmayınız: Yunanlılar için bilge, aynı zamanda bir bilgindi. (Albert Bayet, derslerinden birinde şöyle bir şaka yapmaktaydı; "Bugün aklı başında (sage) bir genç kız, hiçbir şey bil­meyen bir genç kızdır. Antik çağda ise aklı başında bir erkek, her şeyi bilen biriydi.")
O halde, etimolojisi bakımından felsefe, aynı zamanda bir yaşama tarzı ve bir çeşit bil­gi, bir kurtuluş ve bir bilgidir. Hatta Yunanlılar bu iki kavram arasında sıkı bir ilişki ol­duğunu düşünmekteydiler: Bizi kurtuluşa eriştirecek olan, bilgiydi ve yanlış bir davra­nışta bulunan insan her şeyden önce bilgisiz bir insandı. Sokrates, "Hiç kimse bilerek kö­tülük yapmaz" demekteydi.

Felsefe, sahip olmaktan çok peşinden koşmaktır
Eğer sözcüğün etimolojisini dikkatle izlerseniz, felsefenin tam olarak "bilgelik-bilgi" olmayıp yalnızca bu bilgeliğin sevgisi (philo) olduğunu fark etmeniz, gerekir. Rivayete gö­re tam bir alçak gönüllülükle kendisini bilge olmaktan çok "bilgeliğin dostu" olarak nite­leyen kişi, MÖ VI. yüzyılda yaşamış Yunanlı matematikçi ve filozof Pythagoras olmuştur. Bu temel ayrıma, XX. yüzyılın büyük Alman filozofu, Karl Jaspers tarafından da işaret edilmiştir. Küçük, ancak parlak Felsefeye Girid'inde Jaspers, felsefenin özgün bilgiye sahip olmak değil, onu aramak, onun peşinde koşmak olduğu düşüncesi üzerinde ısrar eder. Felsefe, ona göre, "dogmacılığa, yani kesin, tam bir ifadeye kavuşturulmuş bir bilgiye dö­nüşüp soysuzlaştığı takdirde kendine ihanet eder. Felsefe yapmak, yolda olmaktır. Felse­fede sorular cevaplardan daha önemlidir ve her cevap yeni bir soruya dönüşür". O halde felsefi bir araştırmada, bağnazın mağrur dogmacılığına zıt olan gerçek bir alçakgönüllü­lük vardır. Bağnaz, doğruya sahip olduğundan emindir. Bunun sonucu olarak da doğru­sunu başkasına zorla kabul ettirme arzusuna yenik düşer. Doğruya sahip olduğunu dü­şündüğünden, artık kendisini doğru kılmak endişesi yoktur. Felsefenin bir talebi olan doğru, onun kendi malı, sahip olduğu bir şey olmuştur. Bağnazda doğrunun araştırılma­sı bir kesinliğe sahip olunduğuna ilişkin yanılgıya dönüşerek soysuzlaşır. Filozofun doğ­runun peşinden koşmasına karşılık, bağnaz kesin bilgiye sahip olduğuna inanır.

Filozofun alçak gönüllülüğü
Felsefi al­çak gönüllülük; doğruya benim senden daha fazla sahip olmadığım, onun ikimizin önün­de bulunduğu anlamına gelir. Böylece felsefi bilinç, ne mutlak bir bilgiye sahip olduğun­dan dolayı mutlu, ne de şifa bulmaz bir şüpheciliğin pençesinde kıvrandığı için mutsuz bir bilinçtir. O, sahip olduğu şeyle yetinmeyen, ulaşma imkanına sahip olduğuna inandı­ğı şeyi araştıran kaygılı bir bilinçtir.
O halde felsefe, kendisini bir bilgiler topluluğu olarak değil de berrak bir bilinç olarak ortaya koyar. Felsefe, bir şeye sahip olmaktan çok bir şey olmaktır ve eğer Yunanca anla­mına uygun olarak, bilgelik, her zaman aynı zamanda bilgiyi ve eylemi hedeflemekteyse onu ne bir kuramsal bilgiler topluluğu, ne pratik bir davranışlar reçetesi olarak değil, da­ha ziyade genel bir tutum veya aynı zamanda hem bilgi hem eylemle ilgili bir yöntem ola­rak görmek gerekir.

Bilgelik, bizi bilgi alanında önyargılardan, eylem alanında ise tutkulardan ve kollektif bilincin dürtülerinden uzaklaştıran eleştirel bir tutumdur. Ancak bir tutum öğretiye dö­nüştüğünde, yani bilgi alanında sistemli şüphecilik, hayat ve eylem alanında ise insanlık- dışı bir duyarsızlık olduğunda, yöntem dogmaya dönüşerek soysuzlaşır ve bilgelik de kendine ihanet etmiş olur.

Felsefe ve Derin düşünme
Felsefe yapmak derin düşünmektir
Felsefi çalışmayı, derin bir düşünme (reflexion) çalışması olarak tanımlayarak felsefe­nin bir araştırma olduğu, bir şeye sahip olma olmadığı görüşünü iyi ifade etmiş oluruz. Derin düşünme (re-flexion), sahip olduğu bilgileri soruşturma konusu yapan zihnin bir çeşit kendi üzerine dönme hareketidir. Hayatla ilgili deneyimimiz bize bir sürü izlenim ve görüş kazandırır. Bir mesleği icra etme, bilimsel bilgi bize daha tam ve daha kesin bilgiler sağlar. Ancak hayata ilişkin deneyimimiz ne kadar zengin, bilimsel veya teknik bilgileri­miz ne kadar derin olursa olsun, bunların hiçbiri felsefenin yerini tutmaz. Filozof olmak, bu bilgi üzerine düşünmek, kendini sorgulamak, soruşturmak demektir. Felsefeyi derin düşünme olarak tanımlamak, onda birinci dereceden değil, ikinci dereceden bir bilgiyi, yani bilginin bilgisini görmek demektir.

Sokrates'in doğurtma yöntemi
Felsefi derin düşünmenin modeli, Sokratesçi alay (ironie), yani gerçekte soru sorma, sorgulamadır. Platon'un Menon adlı diyalogunda Sokrates, Menon'u erdem konusunda sorguya çeker. Menon'un hayat ve ahlak konusunda belli bir deneyimi vardır. Erdem kav­ramı onun bildiği birşeydir. "Onun hakkında konuşmamda bir zorluk yok!" der. Sokrates, onu, erdemi tanımlama konusunda sıkıştırınca Menon tereddüt etmeksizin "Erdem insan­lara hükmedebilme yeteneğinden ibarettir" cevabını verir. Sokrates buna, çocuklar ve kö­lelerin de erdemli olabilecekleri, ancak onların hükmetme gücüne sahip olmadıklarını be­lirterek itiraz eder. Menon yukarıdaki sözlerinde ancak diğerleri arasında erdemin bir ör­neğini vermiştir, onun tanımını ortaya koymamıştır. O zaman kavram, yani "erdemi tüm kapsamında göz önüne alan genel fikir" düzeyine yükselerek Menon erdemli olmanın "iyi şeyleri isteme" olduğunu söyler. Sokrates altın ve gümüşün de iyi şeyler olduğunu, ama onların peşinden koşan kişinin ancak adalet ve dindarlığa uygun bir tarzda davranması durumunda erdemli olduğunu hatırlatır. Görüldüğü gibi Menon'un cevapları her seferin­de Sokrates'in yeni sorularına yol açmaktadır. Sokrates'in, "Ben ancak tek bir şeyi biliyo­rum, o da hiçbir şey bilmediğimdir" demesine karşılık Menon bildiğini sanmaktaydı. Böy­lece Sokrates, bilgilerinden emin olarak onun saflığıyla eğlenen insanlara en safça sorula­rı yöneltmekten vazgeçmez. Ancak kısa bir süre sonra Sokrates'in soruları onları rahatsız etmeye başlar; onlar kendi düşüncelerindeki çelişkileri görürler ve hiçbir şey bilmedikle­rini fark ederler. Görüldüğü gibi Sokrates Menon'a hiçbir bilgi aktarmaz, sadece sorular sormakla yetinir. Burada derin düşüncenin konusu Sokrates'in bilgisi değildir, Me­non'un bilgisidir. Menon hiçbir şey öğrenmez, sadece yoğun bir şekilde düşünür. Keş­fettiği problemler aslında daha önceki deneyimi ve bilgisi içinde mevcut bulunmaktadır. Sokrates kendisini, bir ebe olan annesine benzetmekten hoşlanmaktaydı. O hiçbir şey öğ- retmemekteydi, sadece ruhları "doğurtmak"la, onlara içlerinde taşıdıkları problemler ve güçlükleri gün ışığına çıkarmalarına yardımcı olmakla yetinmekteydi. Sokrates işte tam da bu noktada, yani hiçbir şey öğretmemesi, ama bizi düşündürmesi bakımından en mü­kemmel anlamda filozoftur.
Sokrates, gündelik hayatın problemleri, zanaatçıların teknikleri, siyaset üzerinde dü­şünmekteydi. İki bin yıllık bir tarihten sonra bizim içinde yaşadığımız entelektüel ve tek­nik dünya Sokrates'in çağdaşlarının dünyasından sonsuz derecede daha karmaşıktır. Fel­sefi düşüncenin ruhu değişmemiştir; ama onun konusu inanılmaz ölçüde zenginleşmiştir. Özellikle felsefe, bugün düşüncesinin en değerli gıdalarından birini oluşturan bilimler ve
tekniklerin olağanüstü gelişmesini görmezlikten gelemez. Hatta bazıları, örneğin, tarih felsefesinde, fizik felsefesinde, hukuk felsefesinde uzmanlaşmaktadırlar. Öte yandan ge­netik gibi tamamen bilimsel olan disiplinler de araştırmalarının sınırlarını saptamak ve ih­tiyaçları olan ahlaksal onamayı elde etmek için filozofların düşünmesini talep etmektedir. Çağdaş bir yazar, çok haklı olarak felsefi düşünce için "her yabancı konunun iyi oldu- ğu"nu söylemiştir. Hatta buna "her iyi konunun da ona yabancı olduğu"nu eklemiştir. Bu­nunla kastettiği, felsefenin boş bir düşünme olmaması, gerçeğin şu veya bu alanıyla ilgili değerli bilgilerden beslenen bir düşünme olmasıdır.
Bilim üzerinde felsefi düşünmemiz, önce bilimin sonuçları ve yöntemleri üzerinde kendimize sorular sormamız demektir. Bilimsel bilginin doğası nedir ? Acaba o derin ger­çeğe mi erişmektedir, yoksa bize sadece pratik formüller ve işe yarar semboller mi ver­mektedir? Matematikçinin sözünü ettiği aksiyomların değeri ve anlamı nedir? Bugün çok önemli olan felsefenin bu yönelimi bilgi kuramıdır (epistemoloji).
Ancak felsefi düşünce çok daha ileri gider ve bilimin tanımadığı problemleri ortaya atar. Bilim akılsal, yani matematik formüllerle ifade edilebilir yasalarla birbirine bağlaya­rak doğal olayları açıklamaya çalışır. Böylece veri olan bir olayla ilgili olarak niçin bir baş­kasının değil de şu tür bir şeyin meydana geldiği bilimsel olarak açıklanır. Ancak bili­min ortaya atmadığı çok daha genel bir başka problem vardır. Bu, Leibniz'in "Neden hiç­bir şey yok değildir de bir şey vardır!" sözüyle ifade ettiği problemdir. Gerçekten evre­nin varlığı kendisinden hareketle bilimin düzene koyma ve açıklama çabasına giriştiği gi­zil bir veridir. Ancak bu gizil veri her zaman üzerinde düşünülmeyi ve sorgulanmayı ge­rektirir: Neden hiçbir şey yok değildir de bir evren vardır? işte bu tamamen metafizik, ya­ni ortaya konuşu bilimin ele alabileceği şeylerin ötesinde olan bir problem türüdür. insan nereden gelmektedir, nereye gitmektedir? Bilinç, evrenin son ereği midir, yoksa gelip ge­çici bir ilineği midir? Acaba insan tümüyle belirlenmiş midir, yoksa onun seçme özgürlü­ğü var mıdır? Bütün bu problemler tipik olarak metafizik problemlerdir.

Teknik ve Bilgelik
Teknik güçten başka güç yoktur
Felsefenin bir bilgi olmadığını -çünkü bilgi işlevini çağdaş dünyada bilim üstlenmek­tedir- fakat bilgi üzerine eleştirel bir düşünme olduğunu gördük. Felsefe bilgi olmadığı gi­bi bir güç de değildir. Çağdaş dünyada insanın gücünü ifade eden şey tekniktir. Röne­sans'tan itibaren felsefi bilgelik idealinin yerine gitgide dünyanın fethi ve değiştirilmesi yönündeki prometheusçu ideal geçmiştir. Bilgelik eskiden, dünyaya boyun eğmek, her şe­yi kabul etmek, felaketlere rıza göstermek anlamına gelmekteydi. Stoacılarla birlikte dün­yanın akışının iyi ve tanrısal olduğunu veya Spinoza ile birlikte neden ve eserler zinciri­nin zorunlu, mantıksal ve kaçınılmaz olduğunu öğreten felsefe, bu boyun eğmenin ente­lektüel aracı olarak görünmekteydi. Perspektif değişikliği XVII. yüzyılda Descartes'ın Me­tot Üzerine Konuşma's>yla ortaya çıktı. Konuşma'nın üçüncü kısmında Descartes, "geçici bir ahlak"a dayanmak üzere stoacı bilgeliği benimser. "insanın dünyanın düzenini değiştir­mektense kendi arzularını değiştirmesi ve talihi yenmektense kendini yenmesi daha iyi­dir," der. Ancak Konuşma'nın altıncı kısmında, bu dünya merkezci bilgelik yerine, insanı "doğanın efendisi ve sahibi kılacağı"nı söylediği tekniğin hümanizmini geçirir. Ve pey- gambersi bir sezgiyle mekaniğin ve tıbbın gelecekteki fetihlerini haber verir.

XVIII.    yüzyılda tekniğin büyük savunucusu Diderot'dur. O, bilgelikleri mutluluktan vazgeçme sanatından ibaret olan filozoflara, teknikleriyle varoluşumuzu değiştirerek bizi gerçekten daha mutlu edecek olan sanayicilerden bazen daha fazla önem verilmesinden şaşkınlık duyar. "Bizi mutlu olduğumuza inandırmakla meşgul olan insanlar gerçekten mutlu olmamızı sağlamakla meşgul olan insanlardan çok daha fazla övülmüşlerdir. Yar­gılarımız ne kadar tuhaf! Faydalı şeylerle meşgul olunmasını istiyoruz, ama faydalı insan­ları küçümsüyoruz."
Bugün Diderot'ya çok acı veren bu küçümsemeyi tamamen aşmış durumdayız. Teknik ideal her tarafta zafer kazanmaktadır. Pozitif bilimin felsefi bilginin her türlü içeriğini bo­şaltması gibi, teknik güç de felsefi gücü her türlü etkililikten yoksun kılmaktadır. Ancak felsefi talep bir başka biçimde yeniden kendini göstermektedir. Bilimsel bilgiden hare­ketle felsefi bakış, bu bilginin temelleri üzerine eleştirel bir düşünme olarak kendini ortaya koymaktadır. Teknik güçten hareketle de çağdaş anlamında bilgelik, bu gücün koşulları üzerine eleştirel bir düşünce olarak kendini göstermektedir.
Bugün büyücü çırağı teknisyen teması herkes tarafından bilinen kaygı verici bir tema­dır. Hayatımızın otomasyonunun doğurduğu "robotlaşma" tehlikesi yanında gezegenimi­zi birçok defa ortadan kaldırma gücüne sahip nükleer silahların varlığının ortaya koydu­ğu tehlike, bilimin felsefenin yerini tutmadığı gibi tekniğin de bilgeliğin yerini tutmadığı­nı parlak bir biçimde göstermektedir. R.P. Laberthonniere şöyle yazmaktadır: "Teknik bi­ze şeylerden yararlanmamızı öğretir. Ancak biz kendimizin neye yaradığını bilecek mi­yiz?" Teknik, insana ancak eylem araçlarını verir, ama davranışımıza kılavuzluk etmesi gereken erekler konusunda sessiz kalır. Oysa bugün her zamankinden daha fazla bilme­miz gereken ereklerle ilgili olarak bizi aydınlatacak bir bilgeliğe ihtiyacımız var. Bugünün dünyasında insani güçlerimizin parlaklığı isteklerimizin çift anlamlığını trajik boyutuyla ortaya koymaktadır. Ve eğer teknik, güç ve isteği uzlaştırmanın zorunlu bir aracı ise, iste­ğimizin ne olduğunu açık bir biçimde görmemize yalnızca felsefe imkan verir. Ancak fel­sefe değerler problemini ortaya atar.

Liseler İçin Felsefe (TÜSİAD)

0 yorum:

Yorum Gönder